HOLOCAUST VE 1915 OLAYLARI KARŞILAŞTIRILABİLİR Mİ?

Yazı: ermenisorunu.gen.tr  ///  01.12.2019

HOLOCAUST VE 1915 OLAYLARI KARŞILAŞTIRILABİLİR Mİ?

Bu makalede 1915 Olayları ile Yahudi Soykırımı arasında benzerlik kuran görüşün temel argümanları ve buna karşı geliştirilen argümanlar üzerinde duruluyor.

1915 Olayları ve Yahudi Soykırımı: Biri Diğerinin Öncülü Kabul Edilebilir Mi?

1939-1945 yıllarında, İkinci Dünya Savaşı esnasında gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı ile 1915 Olayları arasında analojik ilişki kurulması, zaman zaman karşımıza çıkan bir olgu. Kimileri tarafından hakiki ve nihai addedilen belgeler gösterilerek savunulan görüş, kimileri tarafından da Yahudiler’in tecrübe ettiği trajedinin biricikliğini temelsiz şekilde sarsmaya eğilimli olduğu için ya da dayanaklarının tutarsızlığı sebep gösterilerek reddediliyor. İki olay arasında bir benzerlik, hatta nedensellik ilişkisi tesis eden bu savı anlamak ve anlamlandırmak için iki olayın da ortaya çıktığı koşulları göz önünde bulunduran çok boyutlu bir analiz ve kıyas yapmak gerekli. Bunun dışında bir de “soykırım” sözcüğünün tanımı üzerinde durmak yararlı olabilir.

Tarihsel Zemin

1915 Olayları’na götüren sürecin izini 1870’lere kadar sürmek mümkün. O zamana kadar millet-i sadıka olarak bilinegelmiş Ermeni topluluğu, 19. yüzyıl sonlarında yükselen milliyetçilik akımının yanı sıra Rus İmparatorluğu’nun bir “kurtarıcı” olarak algılanmaya başlamasıyla Osmanlı Devleti’nden giderek kopmaya ve bu manevi kopuşu resmîleştirme niyetine bağlanmaya başladı. Bir taraf Rus Emperyalist politikalarının Hıristiyanlık kimliğiyle bir araya gelmesiyle Ermeniler üzerinde giderek artan bir etkiden ve bunun sonucu olarak da İmparatorluk’a başkaldırılmasından söz ederken; bir taraf da böyle bir etkiyi reddederek, ya da bu etkinin düşünüldüğü kadar geniş çaplı olmadığını savunarak Ermeniler’in Osmanlı toplumu içindeki yerlerinin farkında olarak bu toplumun bir parçası olarak kalmak istediklerini; fakat durumlarında bazı iyileştirmeler ve buna yönelik reformlar talep ettiklerini dile getirir. 1894-1896 olayları gibi büyük çapta isyanlar, toplumsal huzursuzluklar iki görüş tarafından bu temel argümanlar üzerinden açıklanır. İlerleyen dönemde I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve savaşın Osmanlı için son derece güç bir sınav haline gelmesi gibi birçok etken, özellikle Doğu illerindeki durumu daha da gerginleştirdi ve sonunda Osmanlı’yı tehcir kararı almak durumunda bıraktı.

Birkaç cephede devam etmekte olan savaş esnasında büyük çaplı ve dış destekli bir Ermeni ayaklanmasından çekinen Osmanlı’nın tehcir kararının son derece planlı ve düzenli uygulandığını iddia etmek mümkün değil. Bu süreç elbette yüksek sayıda Ermeni’nin hayatına mal oldu; fakat bunu kabul etmek ve yaşanan trajedinin ayırdında olmak, bu olayların Yahudi Soykırımı’na sebep olduğu, Adolf Hitler’e bir örnek teşkil ettiği tezini desteklemek anlamına da gelmeli mi? Farklı yanıtlar verilen bu soru üzerine bir fikir geliştirebilmek için Yahudiler’in Nazi Almanya’sındaki durumlarına da göz atmak gerekir. Onların kendilerini içinde buldukları korkunç hal, bu döneme özgü değil; yüzyıllardır devam etmekte olan antisemitik tavrın bir sonucuydu.

 

Temel Argümanlar

Yahudi Soykırımı ile 1915 Trajedisi arasında nedensellik ilişkisi olduğunu kabul eden görüşün temel savlarından biri, Adolf Hitler’in 1939’da, Polonya’nın işgalinden 10 gün önce söylediği iddia edilen “Bugün Ermeniler’in ilhakından bahseden var mı ki?” sözü. Hitler’in bir toplantıda parti üyeleri ve partiye yakın isimlerle bir aradayken sarf ettiği öne sürülen bu sözler, kendisinin Osmanlı’nın 1915’teki politikalarından “ilham aldığı” ve “dünyanın bu olaylara kayıtsızlığı”ndan cesaret bulduğu şeklinde yorumlanıyor. Hitler’in bu sözleri gerçekten sarf edip etmediği ise tartışmalı. İçeriği gizli tutulan ve stenografların dahi görev almadığı söylene bu toplantıdan böyle bir demeç sızmış olmasının ihtimal dahilinde olup olmadığı üzerine çeşitli görüşler var; fakat böyle bir beyanın resmî olarak tanınmadığını ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belgelenmiş olmadığını belirtmekte fayda var.

Özellikle Kevork Bardakçıyan’ın 1985 tarihli Hitler and the Armenian Genocide kitabında dile getirilen ve Hitler’in eylemlerini tarihsel bir bağlam içine yerleştirme ve kendisinden önce gelen şiddet eylemlerinden etkilenmiş ve onları başka bir boyutta devam ettirmiş olduğunu öne sürme amacı taşıyan kitap, Hitler’in “Bütün dünya unutmuşken Ermeni Soykırımı’nı hatırlayıp kendi amaçları doğrultusunda kullandığını”ifade ediyor. 1915 Olayları’nın bir soykırım olarak sınıflandırılması gerektiğini savunan ve bu olayları doğrudan Yahudi Soykırımı’na bağlayan görüşün temel dayanak noktası yukarıda da bahsi geçen alıntı. Bu alıntının elimize ulaşmasının kaynağını Berlin’de Associated Press’de gazetecilik yapan Amerikalı Louis Paul Lochner’da buluyoruz. Lochner’ın 1942 yılında yayımlanan What About Germany kitabında Hitler’in bu sözünün de içinde geçtiği iddia edilen bir doküman bulunuyor. Nazi karşıtı gruplarla yakın ilişkileri bulunan Lochner, Hitler’in Polonya işgalinden günler önce yaptığı toplantıda gizlice tutulmuş olan notların kendisine bir ihbarcı tarafından aktarıldığını iddia ediyor. Obersalzberg toplantısına ilişkin notların bulunduğu bu üç sayfalık el yazması belgenin deniz subay ve Nazi casusluk örgütü Abwehr başkanı Wilhelm Canaris tarafından kaleme alındığı, kendisinin altında çalışan general Hans Oster’e teslim edildiği, Oster’den eski kara kuvvetleri generali ve Nazi karşıtı hareketin bilinen isimlerinden Ludwig Beck’e verildiği ve Beck’in de belgeyi Lochner’a ulaştıran isim olan Hermann Maass’a aktardığı iddia ediliyor. Ermeniler’e atıfta bulunan kısmının Yahudi Soykırımı’na ilham verdiğini iddia eden görüş tarafından sıklıkla alıntılanan ve görüşlerine kanıt olarak gösterilen bu belge Lochner’ın eline geçtiğinde, kendi ifadesine göre, onu öncelikle Berlin’deki Amerikan Elçiliği’ne götürmüş; fakat elçilik belgeyi ellerinde bulundurmak istemediklerini dile getirmiş. Daha sonra İngiliz Elçiliği’ne götürülen belge, elçilik çalışanları tarafından bir çevirisiyle birlikte hükümete iletilmiş.

Esasen Hitler’in Polonya’nın ilhakıyla başlayacak olan Avrupa’yı işgal planlarından bahsettiği, bu amaç doğrultusunda herhangi bir imtiyaz vermeyeceği gibi ifadelerin bulunduğu belgenin daha sonra iki alternatif versiyonu daha ortaya çıktı. Savaştan sonra Nazi’lerin savaş suçlarından yargılandıkları Nürnberg Mahkemeleri’ne sunulan bu üç versiyondan ikisi kabul edilirken, Ermenilere ilişkin sözlerin olduğu versiyon mahkeme tarafından dikkate alınmadı ve kanıtlar arasında değerlendirilmedi. Bu karar, iki temel sebeple açıklandı: Notları aldığı iddia edilen kişinin belgeyi aracıya ulaştırdığına dair kanıtın eksik oluşu ve Hitler’in o gün bir değil iki konuşma yaptığı ve L-3 olarak adlandırılan versiyonun bu iki konuşmanın “çarpıtılmış bir birleşimi” olduğu yönündeki görüş.

Bardakçıyan, buna rağmen belgenin orijinalliğinden şüpheye düşülmemesi gerektiğini ifade eder. Öncelikle, mahkeme tarafından değerlendirilmeye alınan diğer iki versiyonun ilk versiyondan hareketle ortaya çıkarıldığını, bunun da belgenin hakikiliğini ispatlayan bir şey olduğunu savunan Bardakçıyan’a göre, mahkemenin L-3 olarak bilinen ve Hitler’in Ermeniler’e ilişkin retorik sorusunun yer aldığı düşünülen belgeyi dikkate almamasının sebebi, Hitler’in Polonya’yı ilhak planlarına ilişkin kesin kanıtın bulunmuş olması ve bir başka kanıta gerek kalmamasıdır.

Bunun dışında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni ve Teşkilat-ı Mahsusa’yı Ermeniler’e karşı işlenen suçlardan doğrudan sorumlu tutmak sıkça dile getirilen; fakat kesin ispatı sunulamamış tezler. Özellikle Teşkilat-ı Mahsusa ile Nazi SS (Schutzstaffel) oluşumu arasında benzerlik kuran, sonrakinin öncekinden etkilenilerek oluşturulmuş bir sistem olduğunu öne süren görüş, iki grubun kategorik ve eylemsel olarak farklılaştığı noktaları çok fazla göz önünde bulundurmuyor görünmektedir. Ayrıca Talat Paşa’ya ait olduğu iddia edilen ve “her Osmanlı Ermeni’sinin öldürülmesini” emreden bir telgraf da kanıt olarak gösteriliyor; fakat bu belgenin sahte olduğu da dile getirilmiş bir görüş.

İki olay arasında bağlantı kuranların öne sürdüğü tez, 1915 Olayları ile 1939-1945 sürecinin aynı kavramsal çatı altında değerlendirilmesi gerektiği. Bu görüşün savunucuları tarafından ileri sürülen kanıtlar değerlendirilirken akılda tutulması gereken bir nokta, Yahudiler’in Nazi rejimindeki yerini ve maruz kaldıklarını anlayabilmek için tarih içinde yüzyıllarca geriye giderek antisemitizmin izini sürmek gerektiği. Yahudi düşmanlığı, Nazi Almanyası’nda ortaya çıkmış bir olgu olmadığı gibi, daha ziyade etnik ve dinsel kökenleri olan, nihai yıkımsal halini almadan önce de farklı dönemlerde toplu katliamlar şeklinde sinyallerini vermiş bir durum. 1915 Tehcir kararının ise etnik ya da dinsel bir temelden çok, siyasî bir mecburiyetten kaynaklandığı söylenebilir. Esasen yerel bir sorunu hedef alan bu karar ile bütün Avrupa Yahudilerini hedef alan bir dizi planlı politika arasında paralellik kurma teşebbüsü, birçok bakımdan irdelenmesi gereken bir yaklaşım.

Tanımsal olarak “soykırım” sözcüğüne bakmak iyi bir başlangıç noktası olabilir. Genel olarak kabul edilen tanıma göre, toplu ölüm/öldürme kendi başına soykırım oluşturmuyor. Bu tanımın en önemli ögesi devlet eliyle bilinçli ve planlı olarak ulusal, etnik, dinî ya da başka bir grubun ortadan kaldırılmasının amaç edinilmesi ve bu yönde bir şema dahilinde hareket edilmesi. 1915 Olayları olarak bilinen olaylar serisinde Ermeniler’in oldukça yüksek sayıda kayıp verdikleri tartışmaya açık olmamakla beraber; bu trajediyi bir soykırım olarak etiketleme çabasına girişilmesi, bunun bilinen en bariz soykırım örneği olan Yahudi Soykırımı’na gönderme ve bağlantılarla yapılması, hatta bu trajedinin Yahudi Soykırımı’nı mümkün kılan bir öncül olarak sunulması, kabul görmeden önce üzerine düşünülmesi ve konuşulması gereken noktalar.

 

Topyekûnluk Şartı

Bir olayın ya da olaylar bütününün soykırım olarak nitelendirilebilmesi için topyekûn diyebileceğimiz bir mutlakıyet içerisinde gerçekleşmesi gerektiğinin akademik tanımlarla sağlamlaştırılmış ve kabul görmüş bir görüş olduğunu ifade etmiştik. Böylesine bir topyekûn anlayışta devlet politikası ve stratejisine eklemlenmiş yok etme amaç ve niyeti, herhangi bir istisna gözetmez; ortadan kaldırılmak istenen grubun her bir üyesi aynı şekilde değerlendirilir ve hepsi için düşünülen son aynıdır. William Rubinstein’in ifadesiyle “bir grubun çoğu ya da her üyesinin salt o grubun üyesi olmaları sebebiyle bilinçli olarak öldürülmesi”, soykırım tanımının en aslî unsurudur ve Yahudi Soykırımı ile 1915 Olayları’nın farklılaştığı noktadır.

Nazilerin Yahudiler’i ortadan kaldırma planları kesin ve keskin hatlarla belirlenmiş olmanın yanında yalnızca Alman Yahudilerini değil, Avrupa’daki bütün Yahudileri hedef alıyordu. Nazi planlarının geniş çaplılığını, hedef kitlesi içerisinde herhangi bir ayrım gözetmediğini maddi delillere, tarihî dokümanlara dayanarak kesin olarak söyleyebiliyoruz. Oysa aynısını Osmanlı Ermenileri için söyleyebilmek çok mümkün gözükmüyor. Öncelikle alınan Tehcir kararının İmparatorluk’un bütün Ermenilerini kapsayan bir karar olmadığını, geçerli olduğu bölgelerde dahi birçok istisna gözettiğini söyleyebiliriz. Bilinen bir şekilde tehlikeli çetecilik ve komitacılık faaliyetlerinde yer aldıkları bilinenler dışında Protestan ve Katolik Ermenilerin, çeşitli kamu görevlerinde çalışan Ermenilerin, Osmanlı ordusunda askerliği devam edenlerin, önde gelen yabancı banka çalışanlarının, doktorluk gibi önemli meslekleri icra edenlerin tehcir uygulamalarına tabi tutulmadıklarını söyleyebiliyoruz. Öte yandan, Nazi Almanyası’nın herhangi bir kıstasa uyan Yahudileri çalışma- ve nihayetinde ölüm- kamplarına göndermekten geri durduğu, onların “hayatlarının bağışlandığı” gibi bir veriden bahsedebilmek mümkün değil. 1915 dolaylarında Osmanlı Ermenileri için geçerli olan; fakat Üçüncü Reich yönetiminde Yahudiler için düşünülemez olan bir başka durum da önemli devlet görevlerinde faaliyet göstermenin devam etmesi. Osmanlı İmparatorluğu’nda antisemitizm benzeri bir nefret söylemi ve bu söylemden gelişen bir tavırdan bahsetmek çok mümkün gözükmediği için, tehcir politikasını da Yahudi Soykırımı’na özdeş tutarak bir “arındırma” amacı taşıdığını iddia etmek, sistematik bir yok etme amacından bahsetmek, atılmadan önce nesnel değerlendirme gerektiren adımlar.

Yahudi Soykırımı ile 1915 Olayları arasında kurulan ilişkiye yöneltilen itirazlar arasında Soykırım’ın biricik bir olay olarak değerlendirilmesi ve ölçek ve kapsam olarak ayrı bir yerde tutulması gerekliliğini savunan görüşe göre, bu iki olayı aynı kefeye koymak Yahudilerin tecrübe ettiği felaketi bir nevi azımsama anlamı da taşıyor. Bu yüzden, Ermeniler’in yoğun istek ve çabalarına rağmen, 1915 Olayları Washington’daki Birleşik Devletler Soykırım Anma Müzesi’nin kapsamına dahil edilmiş değil.

Nasıl Bir Tarihyazımı?

Osmanlı Ermenileri’nin I. Dünya Savaşı esnasında tecrübe ettikleri ile Yahudi Soykırımı’nı eş tutmamak, Ermeniler’in yaşadığı trajediyi es geçmemekle birlikte, kavramsal olarak pek çok açıdan sorunlu bir tezin karşısında durmak anlamına geliyor. Şimdiye kadar belirli bir bakış açısından beslenmiş Osmanlı-Ermeni ilişkileri üzerine görüşlerin oluşturduğu eksik ve selektif tarih yazımının alternatifini oluşturmak için arşivlere daha sık başvuran, farklı ögeleri ele alan çalışmalar yapılması ve söylemler geliştirilmesi gerekli gözüküyor.

Kaynakça:

_Yücel Güçlü, The Holocaust and the Armenian Case in Comparative Perspective (UK: University Press of America, 2012).

_Kevork Bardakçıyan, Hitler and the Armenian Genocide (Cambridge, Mass.: The Zoryan Institute, 1985)

_“The Armenian Genocide and the Holocaust: One Man Takes a Stand” (Vancouver Holocaust Center, 2009)

_William D. Rubinstein, Genocide: A History (Routledge, 2004)